
ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan
erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir.
Tahtaya yazılan ismi bana pek tatlı geldi. Okunan beyitler beni derinden sarstı. Son beyit ise içimi yaktı. O an içimde yanmaya başlayan aşk ateşini kelimelere dökmekte aciz kalıyorum
Farkında Olmadan Mümin Olmak
Farsça dersinde başta Mesnevi olmak üzere Şark İslam Klasiklerinden beyitler ezberleyen,Din Dersinden gayrimüslim talebeler muaf olduğu halde sınıfta oturan ve bir Müslüman gibi İlmihal bilgilerini,Rasulullah’ın hayatını,inanç esaslarını öğrenen Diyamandi, farkında olmadan içindeki aşk ile mümin olmuştur. İslam’a duyduğu sevgi gün geçtikçe artmakta,bir taraftan tıpkı Farsça edebi metinler gibi aruz kalıpları ile rubailer,gazeller yazmaya çalışmaktadır.
Ancak toplum,okul,arkadaş ve aile çevresinde halen Hıristiyan olarak tanınmaktadır.
Arapça metinlerle birlikte hadisi şerif ve bazı ayetleri de ezberlemeye başlar. Yazdığı beyitler, edebiyat hocasının gözünü doldurur. Hocası bir şiirini şu mısralarla övecektir:
Aferin yavrum güzel,hem de pek güzel,.................Aferin yavrum güzel gerçekten çok güzel
Manevi sûrî füyuzun berter etsin Lemyezel ..........Manevi sevinç ve ilhamlarını artırsın Allah
Liseyi birincilikle bitiren Diyamandi,Arapça ve Farsça hocalarından özel dersler de alır. Üniversite tahsili için İstanbul’a hareket eder.
İstanbul’da Hukuk mektebine giren Yamandi Molla,fakülteyi bitirdikten sonra devlet kademesinde görev alır. Bu esnada özel hocalardan edebiyat ve İslamî ilimler okumaya devam eder. Kendi ifadesine göre artık hidayet bulmuş,lisana dökemese bile kalpten Kelime-i Şehadeti çoktan kabul etmiş ve gizli Müslüman olarak yaşamaya başlamıştır.
Meşhur mevlevi dedelerinden Ahmed Remzi Dede’den Mesnevî okur. Mesnevide Mevlana’nın mikrobu,serumu haber verdiğini görünce aşkı ve hayranlığı kat kat artar. Hatta Mevlana’nın hayata gözlerini yumacağı tarihi bir beyitte ebced hesabı ile ifşa ettiğine hayretle şahit olur. Mesnevi ve şerhlerini(açıklamalarını) kısa sürede okur.
Bir yandan devlet kademesinde görevine devam ederken diğer yandan şiir çalışmaları sürmekte,Ankara Radyosunda çeşitli Mevlevi büyüklerinin hayatını anlatan sohbet programı yapmaktadır. Bu programlar, devrin gazete yazarları ve ediplerinin dikkâtini çeker. Kısa sürede edebiyat ve ilim çevrelerinde yer edinir.
Mevleviler arasında Konya; Aşıklar Kâbesidir. Yaman Dede de kırklı yıllarda sık sık Konya’ya sefer eder. Şeb-i Arus törenlerinin özel davetlilerindendir artık.
Biri İstanbul’a gelse ve “Ben Konya’dan geliyorum” dese Yaman Dede “Demek Sultanımızın şehrindesiniz” der; alır,yedirir,içirir ikram eder!... Konya ve Mevlana onun için özel aşk bestesinin vazgeçilmez iki notasıdır.

1942 yılından itibaren, başta azınlıklara mensup kız ve erkek liseleri olmak üzere çeşitli okullarda Türk Edebiyatı ve Farsça okutan Yaman Dede, devlet hizmetinden ayrılmış, eğitimciliğin yanı sıra serbest avukatlık yapmaya başlamıştır.
Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde Mevlana konulu konferanslar verir. Ancak halen gizli bir mümindir. Namazını en kuytu semtlerin küçük mescitlerinde kılmakta,Ramazanda gizli oruçlar tutmaktadır. Kızı ve eşi inancından habersizdir. “Tam kırk yıl bazen sahursuz bazen iftarsız oruçlar tuttum, ama ailem bunu hiç bilmedi!..” der hatıratında.
Ezan okunur, eşi ve kızı görmesin diye kapısını sıkı sıkıya kilitleyip namazını kılar. Ramazan gelir, sahursuz oruç tutar, akşam yemeklerini hep dışarıda yer. Kahvaltısı getirilice pencereyi açar sütü ya da çayı dışarı döker, ekmekleri doğrayıp kuşlara serper...
Avukatlıktan çok zamanını lise derslerine, gençliğin manevi aşkı tanımasına ayırmaktadır.
15 Şubat 1942 de ismini değiştirir ve Mehmet Abdülkadir KEÇEOĞLU adını alarak nüfus idaresine ismini ve yeni dini İslam’ı tescil ettirir. Bu sırada 55 yaşındadır. Kırk yıldır sakladığı yeni kimliğini kuşanmış, ama o saatten sonra da aile içi sancı başlamıştır.
Ceketi Alıp Çıkmak
Üsküdar’daki evinde bir kış gecesi durumu kızı ve eşine açar. Karısı ve kızı o an feryadı basarlar. Haber Patrikhaneye kadar ulaşır. Dönemin Hıristiyan din adamları, ya Hıristiyanlığa dönmesi ya da karısından boşanması konusunda baskı yaparlar. Karısı bu ikilem karşısında kararlı bir tutum sergileyemez.
Yaman Dede, zor ama cesur bir karar alır. Evden ayrılacak, yalnız yaşayacaktır.
Yerde dizlere kadar kar, havanın keskin ayaz olduğu bir Şubat gecesi ailesini toplar ve:“Aşkımın bedeli bu yaşananlar. Sizler sakın üzülmeyiniz. Aşk, ıstırapsız olmaz. Size acı vermeye hakkım yok. Bu ev ve içindekiler size kalsın. Elveda!..”
Ceketini alıp çıkmıştır artık. Üsküdar, Selamsız Yokuşundan iskeleye iner. Sabah ezanına kadar o soğukta sokakları ve sahili arşınlar. Sabah karşıda, Karaköy’deki avukatlık bürosuna geçer. Birkaç gece burada yatıp kalkar. Dostlarının,öğrencilerinin evlerine misafir olur bazı geceler.
Hocaların Hocası
Azınlık okulları yanı sıra İstanbul İmam Hatip Okulu ve Y.İslam Enstitüsünde de Farsça derslerine girer. Bugün her biri kendi branşında otorite olan Prof.Dr.Hayreddin Karaman, Prof.Dr.Bekir Topaloğlu, Prof.Dr.Emin Işık,İstanbul Eski Müftüsü Selahaddin Kaya,Osman Nuri Topbaş gibi pek çok öğrenci Farsça’yı ondan öğrenir. Mevlana’yı onun gözyaşları içinde verdiği derslerden tanırlar.
Allah,Rasülullah, Mevlana, Konya,Aşk deyince hüzün çöken,hemen ağlamaya başlayan ikinci bir kişinin görülmediği bu zatların beyanlarından anlaşılmaktadır.Dede’nin fenafi’l-Mevlana hali, aşkın kanatlarında merhale merhale fenafi’r-Rasul’e (sas) ulaşır.
Yaman Dede’nin gönlü zamanları aşıp Rahman’ın dilediği gönüllere ulaşan Hz Muhammed sevgisiyle yanar da yanar. Şairin dediği gibi olmuştur hâli:“Aşkın ile âşıklar yansın Yâ Rasulallah...’’
Peygamber aşkı bu ince ruhu yaktıkça yakar, erittikçe eritir. Bunu Ahmet Kahraman şöyle anlatıyor:
“Yaman Dede 1959–1960 döneminde Farsça dersimize geliyordu. Bir gün dersler bitti, okuldan çıktık. Taksim’e doğru gidiyorum. Alman Sefareti (elçiliği) civarında bir mescit var. İşte oradan yukarı doğru tek başıma gidiyorum. Bir baktım Yaman Dede, mescidin duvarına yaslanmış, son nefesini verir gibi bir hali var.
Halsiz, mecalsiz, başı hafifçe sağ öne düşmüş, boynu bükülmüş, öyle duruyor. Hemen koşarak yanına gittim ve: ‘Hocam, hayırdır, geçmiş olsun neyiniz var, hasta mısınız?’ dedim.Baktım Hoca ağlıyor. ‘Hocam niçin ağlıyorsunuz, başınıza bir şey mi geldi?’ dedim.
Şöyle çok ince, çok tiz, çok gevrek, ipil ipil dökülen bir sesle: ‘Hayır yavrum hayır!’ dedi. ‘ Resulullah (sas) aklıma geldiği zaman, kendimi kaybediyorum, ayakta duracak mecalim kalmıyor, ya bir yere dayanmam gerekiyor veya oturmam icap ediyor.’
İkinci Evliliği ve Vefatı
Dostlarının teşvik ve tanıştırması ile ilkokul öğretmenliğinden emekli Hatice Hanım’la hayatını birleştiren Yaman Dede, eski karısı ve kızını zaman zaman telefonla arayarak hediye ve ikramlarda bulunmayı ömür boyu ihmal etmemiştir.1962 yılına gelindiğinde çok hasta olmasına karşın Acıbadem’deki evinden Bağlarbaşı’ndaki Yüksek İslam Enstitüsüne derslere gelmeye devam eder. O artık paltosu içinde zayıf, ceset gibi solgun,75 yaşın yorgunluğuyla bedenini sürüyerek yürümektedir.3 Mayıs 1962 Perşembe günü “Ölüm asûde bir bahardır” diyerek Hakka yürür. Öğrencileri ve yüzlerce seveninin omzunda Karacaahmet Mezarlığına defnedilir.
Nasıl bilmem bu nirâna dayandım yâ Rasulallah
Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ Rasulallah
Cemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasulallah
Yanan kalbe devasın Sen, bulunmaz bir şifâsın Sen
Bulunmaz bir sehâsın Sen, dilersen rûnümâsın Sen
Habib-i Kibriyâsın Sen, Muhammed Mustafa’sın Sen,
Cemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasulallah...
Diyamandi’den kaynaklanan bir ad verilmiştir ona: Öğrencilik döneminde öğretmenleri ona “Yamandi molla” demektedirler. Hayata atılır, “Yamandi Efendi” olur. Yaşı ilerler “Yamandi’nin ‘di’sini atarlar. Geride “Yaman” kalır. Mevlevi olduğu için de “Dede’yi eklerler böylece “Yaman Dede” çıkar ortaya. Ama o bunu bir türlü kabullenemez: “Bana, ‘Yanan Dede’ veya ‘Yanar Dede’ deyiniz lütfen. Ben Yaman adam değilim. Yanan adamım ben…” Oturur yanmayı istediği Münacaatı’nı yazar:
Yak sinemi ateşlere, efgânıma bakma;
Ruhumda Yanan âteşe, nîrânıma bakma;
Hiç sönmeyecek aşkıma, îmânıma bakma;
Ağlatma da yak, hâl-i perişânıma bakma.
Ağlatma ki âlâmımı tahfîfe de başlar;
Ağlatma, serinletmededir bağrımı yaşlar;
Rahmetme sakın, gerçi dayanmaz buna yaşlar;
Ağlatma da yak, hâl-ı perişanıma bakma.
Yaşlar akarak belki uçar zerresi aşkın;
Âteşle yaşar, yaşla değil, yâresi aşkın;
Yanmaktır, efendim, biricik çâresi aşkın;
Ağlatma da yak, hâl-i perişanıma bakma
YAMAN DEDE
Kitaplar ;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder